Sayfalar

Kadın Cinayetleri

       İncifer Tekeli -Tuğba B. Özenç

Kadına yönelik şiddet "kamusal veya özel yaşamda kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı, ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem, tehdit, zorlama, keyfi olarak özgürlükten, ekonomik gereksinimlerden yoksun bırakma" olarak tanımlanıyor.
Birleşmiş Milletler (BM) Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi, şiddetin "kadınlara yönelik, toplumsal cinsiyete dayalı ve bir kadına sadece kadın olduğu için yöneltilen , kadınları etkileyen bir şiddet" olduğunu belirtiyor. Dünyada ve Türkiye'de kadınlara yönelik şiddet her geçen gün artıyor. Kadınlar, sokakta, işyerinde, evinde, cezaevlerinde, hastanede, karakolda ,mahkemede,okulda,yurtta kısacası yaşamın her alanında erkek şiddetine şiddete maruz kalıyor.

Yakın zamandan bir örnek...
İşte yine yakın bir zamanda 4 Aralık’ta, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın rektörlerle yaptığı toplantıya dilekçelerini ulaştırmak isteyen öğrencilere polisin uyguladığı şiddet sonucunda hamile bir kadın bebeğini kaybetti. Şiddeti ve ölümü kınayan ortak bir bildiri yayınlayan 18 kadın örgütü, olayın fail ve sorumlularının yargılanmasını, bu suçun devlet, emniyet ve medya içindeki tüm destekçilerinin kadınlardan ve kamuoyundan özür dilemesini istedi[1] Bu bildirinin çok yerinde bir şekilde işaret ettiği şey, hamile bir kadının bebeğini kaybetmesinin acısını içtenlikle paylaşmakla birlikte, bu kaybın kamuoyunda lanse ediliş biçimindeki pornografik merakın ayrıntıları, sunî duygusal kucaklamalar ya da aşırı muhafazakar karşılamalar değil meselenin özüne yapmış olduğu vurgular ve sonda sorduğu son derece haklı sorudur:
-Her tür demokratik örgütlülük, talep ve tepkinin umut ve coşku yerine şiddetle karşılandığı, bu şiddetin meşrulaştırıldığı ve desteklendiği,
- 19 yaşın çok altında zorla evlendirilen, çocuk doğurmak zorunda bırakılan on binlerce kadının yaşadıkları görmezden gelinirken, 19 yaşı kendi rızasıyla çocuk sahibi olmak için erken bulan çifte standartlı "ahlak" anlayışının siyaset ve medya tarafından yaygınlaştırıldığı,
- Kadınların "kutsal görevlerden" "fıtrata" kadar çeşitli bahanelerle siyasetten ekonomiye hayatın her alanına eşit katılmaktan alıkonulduğu, geleneksel rollere hapsedilmeye çalışıldığı, en temel haklarının her vesile ile tartışma konusu edildiği,
-Kadınların sokak ortasında yakınları ya da devlet güçleri tarafından dövüldüğü, tekmelendiği, tecavüze uğradığı, bıçaklandığı, öldürüldüğü bir hayata tahammül edemiyoruz. Peki ya siz? [2]

  Şüphesiz son maddedeki sorunun muhatapları şiddeti uygulayan, destekleyen ve bunu sürdürenler yani ataerkil sistemin kendisi yada uzantıları  değildir. Bilhassa bildiride de dendiği gibi kadına yönelik  şiddet ve cinayetler karşısında susan ve tepkisiz kalan herkesi  bu sisteme karşı durmak , mücadele etmek için çağırmaktır esas olan. Çünkü kadına yönelik şiddetin her türlüsü her daim görünmez kılınmış, bazen namus bazen töre, bazen aşk, bazen de aile gibi kılıflara sarılarak sıradan üçünü sayfa haberlerine indirgenmeye çalışılmıştır. 


Dolayısıyla yukarıda resmi dille tanımı yapılan ve örneklendirilen kadına yönelik şiddet sarmalının vardığı en üst noktada ‘kadın cinayetleri’ karşımıza çıkmaktadır. Buz dağının görünen kısmı olan bu durumu biraz da elimizdeki rakamlarla ifade etmeye çalışmamız gerekirse; Adalet Bakanlığı verilerine göre kadın cinayetleri son 7 yılda yüzde 1400 arttı. 2002'de 66 olan kadın cinayeti, 2007'de 1077'ye, 2009'da ilk 7 ayında 953'e ulaştı. Resmi olmayan verilere göre 2009'da 1126 kadın öldürüldü.

     Emniyet Genel  Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığının verilerine göre de; 2010 yılının ilk 7 ayında 226 kadın öldürülmüş ,bu rakam 2009 da 953 olarak açıklanmıştı.
Eskişehir üniversitesinin 1998-2006 yıllarını kapsayan çalışmasına göre ise, 8 yılda 5673 kadın intihar etmiştir. Kayıtlara intihar olarak geçirilenleri dahil edecek olursak ‘kadın cinayetleri’ nin görünmeyen kısmının çok daha büyük rakamlara ulaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kadın cinayetleri politiktir!

“Biri boşanmak isteyen, diğeri cilveli saat soran, öteki piercing takan, bir başkası beyaz tayt giyen, yine bir başkası da sevişmek istemeyen eşini öldürmüş… Cinayetler hep kadın cinayetleri. Hepsinin ölüm gerekçeleri farklı görünüyor, ama aslında aynı. Bu kadınların hepsi, kadın oldukları için ve cinsiyet rollerinin dışına çıktıkları için öldürüldüler.”

Kadın cinayetlerinin dava dosyalarında görülen ‘gösterilen’ sebepler ne olursa olsun, gerçeğin ataerkil sistemin onlara yaşama hakkı tanımaması olduğunu ve cinayete kurban giden ya da intihara zorlanan kadınların seçilmiş değil, yalnızca kadın oldukları için öldürülmüş olduğunu biliyoruz. Halbuki namus cinayetleri, ülkenin batısında da doğusunda da, kuzeyinde de güneyinde de, kadına ve kadın bedenine dönük şiddetin bir uç versiyonu, şiddeti kadın bedeninin ortadan kaldırılması noktasına götüren bir çeşididir ve bu anlamda, koskoca bir şiddet kültürü tablosunda, buz dağının görünen kısmıdır.

Namus- Töre –olmadı haksız tahrik!

Namus’ adına işlenen kadın cinayetleri dünya üzerinde yer alan pek çok devletin temel özelliğini belirleyen özel mülkiyet kültürünün, ataerkilliğin ve sömürü düzeninin ayrılmaz bir parçasıdır. Namus çok kişiye yada belirli bir zümreye özgü bir kavrammış gibi görünmesine  rağmen, namus yüzünden öldürmek çok evrensel bir olgudur[3]. Buna rağmen, neredeyse evrensel bir biçimde, pek çok ülke kadın cinayetlerini namus cinayetleri ile birleştirip sorunu coğrafyasından soyutlayarak kendi doğusuna havale etmek eğilimindedir. Durumu din ya da gelenek söylemleri içinde hapsederek, namus suçları ya da cinayetlerini diğer ataerkillik biçimlerinden ayırmaktadır. Bu da çeşitli iktidar biçimlerinin doğallaştırılması yönünde bir manevra alanı yaratmaktadır. .Oysaki Bu suçlar farklı toplumlara, dinlere ve Arjantin, Ekvator, Guatemala, Hindistan, İran, İsrail, Ürdün, Lübnan, Pakistan, Filistin, Peru, Suriye, Türkiye ve Venezüella dahil olmak üzere çeşitli ülkelere yayılmıştır.
“Namus suçları” Batı da ise çoğu kez “ihtiras suçları”na konu olmaktadır. Karar suça göre değil; failin duyguları üzerinden verilmektedir. Örneğin 1999’da Texas’ta bir hâkim, bir adamı 10 yaşındaki çocuğunun gözü önünde karısını öldürmek ve sevgilisini yaralamaktan 4 ay hapis cezasına çarptırmış. Bir “namus cinayeti ” n de olacağı gibi zina, bu davada da hafifletici neden olarak görülmüştür. ABD gibi bireyci toplumlar namusu kişiyle ilgili olarak konumlandırma eğilimindeyken “namus cinayetleri” ne göz yumabilen   topluluklar da ise namusu aile, aşiret veya klanda konumlandırmaktadırlar. “Namus cinayetleri”  bu sebeple kamu desteğiyle -hatta bazen kadının ölümüyle büyük felakete uğrayan aile gibi gruplarca- icra edilmektedir.
Bu bağlamda Namus kavramı üzerine tartışmaya değer bir başka bakış açısı da  Namus Cinayetleri- Töre değil Ataerki”[3] adlı kitabın tanıtım yazısında bahsedildiği gibi töre ve namusun geleneksel tanımlarından cinayet kelimesiyle bu yoğunlukta eşleşecek bir anlam çıkarmak mümkün değildir. O halde tanımların içlerinin boşaltılarak bir nevi mutasyona uğratıldıklarının kabulü gerekir”, saptamasıdır.
Türkiye’de  ve de dünyada feminist çevrelerce   namus  ,töre,ihtiras suçları  gibi çeşitli  kavramlar üzerine yapılan tartışmalara, Türkiye de kadın örgütlerinin uzun yıllar süren mücadeleleri sonucunda TCK ve Medeni Kanunda  değişen bazı kanun maddelerine rağmen, sistemin erkeği ve erkekliği korumak üzere yapılandırılmış olduğunu görmekteyiz.Bu cinayetlerin ön takısı namus töre yada ihtiras ne olursa olsun hepsinin kadın cinayeti olduğunu ,ataerkil sistemin kadın katliamlarının biz kadınlar dur demediğimiz sürece ,durmadan sistem tarafından korunacağını  biliyoruz.Bunu  bir kez daha anlamamıza sebep olan şey haksız tahrik indiriminin ‘kadın cinayeti’ davalarında devreye sokulmasıdır.

      Burada TCK’daki düzenleme şekline bakacak olursak, madde 29 şöyle diyor: “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine on sekiz yıldan yirmi dört yıla ve müebbet hapis cezası yerine on iki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.”

            Yukarıdaki ceza indiriminin uygulanabilmesi için;

1)      Mağdurdan kaynaklanan tahrik edici bir fiil olmalıdır.
2)      Fiil haksız olmalıdır.
3)      Fiil failin öfke ve üzüntü duymasına yol açmalıdır.
4)      Fâil haksız tahrik nedeniyle tepki olarak bir suç işlemelidir.
  Ve bu şartların tamamının oluşması gerekmektedir. Bu şartlar arasında ‘fiil haksız olmalıdır maddesi ‘tahrik indiriminin uygulanabilirliği açısından gözden kaçırılmaması gereken bir noktaya işaret ediyor. Çünkü bir fiilin haksız olabilmesi için hukuk sistemi açısından tasvip edilmemesi gerekmektedir. Haksız tahrik indiriminin uygulandığı dava dosyaları incelendiğinde, haksız bulunan fiilin toplumsal değer yargıları , örf, adet ve gelenek gibi ataerkil sistemin düşünce uzantıları aracılığıyla haksız bulunabilecek fiiller olduğu açıkça görülmektedir. Bu nedenledir ki, haksız tahrik indirimi ataerkil sistemin yürütücüsü olan hakimler tarafından kadın katillerinin korunması için sıklıkla uygulanmaktadır. [4]


Kadın cinayetlerine uygulanan tahrik indirimleri   hukuk sisteminin ne kadar cinsiyetçi olduğunun bir göstergesidir. Nitekim AİHM de bu yıl Türkiye’ye aleyhine verdiği bir kararda, “Mahkemelerin cinsiyetçiliği ve bu konudaki edilgenliği kadın yaşamına kastediyor.” diyerek mahkemelerin cinsiyetçiliğini tescilledi!

Haksız tahrik indirimi ısrarlı takip gerektirir !

Feminist hareket bir yılı aşkın bir süredir “kadın cinayetleri politiktir” şiarıyla başladığı bir kampanyayı sürdürmeye çalışıyor. Bu kampanya ile cinayetlere dikkat çekmeye çalışırken, pek çok dava takibi, şiddete uğrayan kadınlarla, öldürülen kadınların aileleri ile dayanışma ve pek çok da eylem gerçekleştirildi. Bu kampanya dahilinde İzmir’de Feminist-iz, Ankara’da Ankara Kadın Platformu, Feminist-biz ve İstanbul’da içinde siyasi grup ve partilerden kadınların da bulunduğu “Kadın Cinayetlerini Durduracağız” platformu ile İstanbul Feminist Kolektif aylardır bu gündemle toplanıp eylemler örgütlüyor.

2004 yılında öldürülen Güldünya Tören davasından bu yana, kadın örgütleri kadın cinayeti davalarına müdahillik taleplerini dile getiriyorlar. Ancak müdahillik talepleri, kabul edilmemesine rağmen bu davaların kadın örgütleri ve feminist avukatlar tarafından ısrarlı takip edilmesi sonucunda davaların hiç birinde haksız tahrik indirimi  uygulanmamıştır.[5]
Kadın örgütlerinin bu kazanımı , daha örgütlü, daha yaygın  ve uzun süreli yapılacak eylem ve kampanyalarla birlikte kazanımlarımızın artacağının sinyallerini vermektedir. 13. Kadın Sığınakları Kurultayında bir araya gelen, feministler, kadın örgütleri olarak kadın cinayetlerini tartışmak ataerkil sistemin zeminlerini tartışmak demektir diyerek, sizleri selamlıyoruz.

 ------------------------------------------------------------
[3] Namus Cinayetleri / Töre Değil Ataerki- Avukat Canan Arın, Avukat Safiye Vardarlı, A. İnci Beşpınar, Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu, Prof. Dr. Tamer İnal- Kazancı Kitap/ 2010/ 1. Basım
[4]19 Şubat 2009 
Bursa’da boşandıktan sonra tekrar birlikte yaşadığı eşi Arzu Civil’i  22 yerinden bıçaklayarak öldüren tekstil işçisi Yavuz Özcan’ın yargılaması sona erdi. Bursa'da, 9 yıllık eşini internette izlediği porno filmdeki kadına benzettiği için 22 yerinden bıçaklayarak öldürdüğü iddia edilen dokumacıya tahrik indirimi uygulayan mahkeme, 18 yıl hapis cezası verdi.  
09 Nisan 2009   
İzmir'in Karşıyaka ilçesinde, kendisini aldattığını ileri sürerek tartıştığı eşi Serap Himmetoğlu’nu 14 yaşındaki kızının gözleri önünde, boğazını keserek öldüren Adnan Himmetoğlu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanıyordu. Eşinin kendisini aldattığını bunu tartışma sırasında da kendisine söylediğini, ayrıca yine tartışma sırasında eşinin kendisine küfür ettiğini ileri süren Adnan Himmetoğlu ağır tahrik indirimlerinden de yararlanarak mahkeme heyetince, 17 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.  

2 Mart 2010

Antalya'da 2008'in Kasım ayında cinsel ilişki isteğini reddettiği için kendisine hakaret eden eşini boğarak öldürdüğü iddia edilen emekli imam Ali İhsan Karataş, ''Kasten yaralama sonucu ölüme sebebiyet vermek'' suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.Mahkeme, sanığı, önce eylemi nedeniyle ''Kasten yaralama sonucu ölüme sebebiyet vermek'' suçundan 11 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırırken, eşinin söylediği sözleri ise kışkırtma sebebi kabul etti. Mahkeme heyeti, ölen Durdu Karataş'ın, kendisiyle yorgun olduğunu söyleyerek cinsel ilişkiye girmeyen eşi Ali İhsan Karataş'a ''Sen artık erkek değilsin'' gibi çeşitli sözleriyle ilgili cezada tahrik indirimi de uygulayarak, sanığı toplam 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırdı.
22 Haziran 2010
Ayrı yaşadığı eşi 3 çocuk annesi Hanife Ertaş'ın evine gidip,  44 yerinden bıçaklayarak öldüren  Yaşar Ertaş Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı. Mahkeme heyeti, sanığı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 82/1-b maddesine göre önce ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırırken, ceza TCK’nın 29/1 maddesine göre tahrik nedeniyle 18 yıl 4 aya indirildi
30 Eylül 2010
Bursa'da eşi ve kızını beylik silahı ile öldüren polis memuru Ali Şeker'in yargılandığı davada karar çıktı. Ağır Ceza Mahkemesi´nde, "kasten eşini ve kızını öldürmek" suçundan çifte müebbet hapis talebiyle yargılanan polis memuru Ali Şeker,   kızı Ceyda Şeker´i orta şiddette tahrik altında öldürdüğü gerekçesiyle 17 yıl 6 ay hapis, eşi Hatice Şeker´i ise hafif tahrik altında öldürdüğü için de 20 yıl hapse mahkum etti. Sanık, sonuç olarak 37 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı
 [5]Güldünya Tören
Bakırköy 
Umut adını verdiği oğluyla ailesinden saklanan Güldünya Tören, kendisini bulan kardeşlerince bacağından vurulmuş, hastaneye kaldırılmıştı. Polis koruması talep eden Tören'e hastanede koruma sağlanmamıştı. kardeşleri hastaneye gelerek başından silahla vurarak Güldünya Tören'i öldürmüşlerdi (27.02.2004) Güldünya’nın kardeşlerinden İrfan Tören müebbet, Ferit Tören 23 yıl hapis cezasına mahkum oldu.
(15.11.2007) Sevim Zarif
Üsküdar 
Sevim Zarif  ve eşi Halil İbrahim Zarif , Sevim’in 11 yıl önce ayrıldığı kocası Yaşar Özcan tarafından katledildiler.  ( 22.07.2007) Yaşar Özcan iki kez ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkûm oldu, (15 Ekim 2008) 
Pippa Baca
Kocaeli 
Pippa Bacca ismiyle tanınan İtalyan sanatçı Giuseppina Pasqualina Di Marineo  barış yolculuğuna çıkmıştı.    Gebze’de arabasına bindiği Murat Karataş tarafından önce tecavüze uğradı, sonra öldürüldü. (31 03.2008) Murat Karataş, ‘Suçu gizlemek amacıyla kasten adam öldürmek’ suçundan ömürboyu hapis cezasına çarptırıldı. (24.06.2009) 
Ayşe Yılbaş
İstanbul 
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi eşi Ayşe Yılbaş Özmen, ayrılmak istediği eşi Hüseyin Güneş Özmen tarafından hastanede 12 kurşunla katledildi. (22.02.2008) Hüseyin Güneş Özmen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum oldu.(22,07.2009) 
Satı Korkmak
İstanbul Kartal
Satı Korkmak, eşi  Hasan Korkmak, tarafından televizyon kablosuyla boğarak öldürüldü.(14.02.2009)  Hasan Korkmak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum oldu.(17.11.2009) 
Demet Eygi
Adana 

Öğretmenlik yapan 24 yaşındaki Demet Eygi,  Hüseyin Ayyıldız ile kısa süren ilişkisini bitirince; Hüseyin Ayyıldız tarafından evinin önünde bıçaklanarak öldürüldü. (7 Kasım 2009) Mahkeme heyeti önce ömür boyu hapis cezası verdiği sanığın duruşmadaki iyi halini göz önüne alarak süreyi 25 yıla indirdi.(4 Ekim 2009)


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder