AKP Isparta Milletvekili Sait Yüce’nin, kadın hakları savunucusu Hülya Gülbahar’a yönelik tavrı ve sarf ettiği sözler kabul edilemez!“Konumunuzu bilerek konuşun”“Gidin dışarıda konuşun, burası komisyon”“O, sizin haddinizi aşar hanımefendi”“Ben sana haddini bildirmeye çalışıyorum”Meclis komisyonları, yasa tasarılarının görüşüldüğü, milletvekillerinin yanı sıra uzmanların, sivil toplum örgütlerinin, konunun tüm yönlerini tartışmak ve müzakere etmek için davet edildiği yerlerdir. 18 Şubat 2016 tarihinde, TBMM’de Boşanmaları Araştırma Komisyonu’na, kadın hakları savunucusu ve Eşitlik İzleme Kadın Grubu (EŞİTİZ) temsilcisi olarak davet edilen avukat Hülya Gülbahar, konu hakkındaki görüşlerini sunarken milletvekili Sait Yüce’nin, yukarıda alıntılanan ifadelerini dinlemek zorunda kalmış, sözü kesilerek Meclis’ten kovulmak istenmiştir.Hülya Gülbahar, milyonlarca kadın ve kadın örgütü gibi bu ülkede on yıllardır kadın hakları mücadelesi veren kadınlardan biridir. Sait Yüce tarafından gösterilen tavır ve sarf edilen sözler, kadına karşı şiddetin bariz bir örneğidir. Ayrıca hükümetin yanlış, eksik ve cinsiyetçi politikaları hakkında konuşmak bile “devlete karşı ihanet” olarak kabul edilerek, her türlü eleştirel ve muhalif fikir beyanının fiilen imkânsız kılınması yönünde bir girişimdir. Kadınlarla ilgili her konuyu dini referanslarla açıklamayı tercih eden Sait Yüce, konuşması ile pek çok iktidar partisi milletvekili ve devlet temsilcisi gibi, kadın haklarının ancak bu bağlam içerisinde ele alınabileceği yönünde kadınlara ve topluma mesaj vermeye ve kadına yönelik her türlü hak temelli talebi zayıflatmaya çalışmıştır. Bu duruş sadece Hülya Gülbahar’a karşı değil; Türkiye’deki tüm kadınlara, kadın erkek eşitliği için mücadele eden tüm kadın ve insan hakları savunucularına ve kadın örgütlerine de sergilenmiştir.Milletvekilleri gider, kadınlar kalır!Milletin temsilcileri olarak oturdukları koltuklarda hiçbir milletvekillinin hiçbir vatandaşa cinsiyetçi ve şiddet dolu ifadelerle terbiye sınırını aşan sözler söylemeye hakkı yoktur. Hülya Gülbahar ve tüm kadın hakları savunucuları, on yıllardır Meclis’te ve komisyonlarında eşitlik ve özgürlük mücadelesi vermektedir. Bu mücadele boyunca, her çeşit siyasi görüşten, çok hükümet, çok bakan, çok vekil gelip geçmiştir. Bizler, kendi kişisel hırsları ve ikbal kaygıları, cinsiyetçi saplantıları ile malul birçok siyasetçinin geldikleri gibi gittiklerini izledik, izliyoruz. Ama bizler hep buradayız; kalıcı olan bizleriz, zira o meclis, bizim meclisimiz. Hükümetlere, partilere, vekillere kendi geçiciliklerini; kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin kalıcılığını bir an olsun unutmamalarını tavsiye ediyoruz.Hiçbir yere gitmiyoruz, eşitlik talebimizden vazgeçmiyoruz!Bugün Türkiye’de kadınlarla ilgili güncel devlet politikası, kadına karşı şiddeti önlemekten uzak hatta teşvik edici, cinsiyetçiliği pekiştirici ve kadınları toplumsal hayattan dışlayıcıdır. Bu durumun, kadın hakları savunucuları tarafından Meclis komisyonlarında, kamuoyunda ve ilgili her alanda paylaşılmasından, iktidarın politikalarının eleştirilmesinden ve kadınların taleplerinin dile getirilmesinden daha doğal bir şey olamaz. İfade özgürlüğümüz, gündelik hayatımızda erkek şiddeti yoluyla, haklarımızı talep ettiğimizde ise devlet temsilcileri tarafından şiddet kullanılarak baskı altına alınmaya çalışılmaktadır.Eşitlik talebine tahammülü olmayan erkeklerin, siyasilerin, devlet temsilcilerinin baskıları kadın hareketini yıldıramaz. Zamanında, Anayasa’da eşit temsil ilkesi yer alsın dediğimiz için bizi Ruanda’ya yollamaya çalışanlar da oldu; gitmedik, gitmiyoruz! Eşitlik ve haklarımız için mücadeleden vazgeçmeyeceğiz!Eşitlik İzleme Kadın Gurubu – EŞİTİZ19 Şubat 2016 - iletisim@...
İzmir Kadın Dayanışma Derneği, hayatın her alanında cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin de kaynaklık ettiği şiddete karşı mücadele etmek ve kadının insan haklarının korunması, geliştirilmesi için çalışmak üzere kuruldu. Ayrıca Kadın Danışma Merkezi çalışmaları ile şiddete maruz bırakılan kadınlarla dayanışmaya devam ediyor.
Sayfalar
BASINA VE KAMUOYUNA DUYURUMUZDUR!
11 Ocak 2016
Biz
aşağıda imzası olan kadın ve LGBTİ örgütleri, Eşitlik İzleme Kadın Grubu’nun (EŞİTİZ) 24
Ekim ve 19 Aralık 2015 tarihlerinde, İstanbul’da, düzenlediği iki ayrı
toplantıda bir araya gelerek veya süreci takip edip toplantı sonuçlarını
aramızda tartışarak, Türkiye’de yaşanan sorunların yasalardan değil, yasaların uygulanmaması ya da cinsiyetçi biçimde
uygulanmasından kaynaklandığı saptamasında ve aşağıdaki konularda fikirlerimizi
ortaklaştırdık.
İlk
olarak “Kadın Cinayetlerinde Cezaların Ağırlaştırılması, Haksız Tahrik ve
İyi hal İndirimlerinin Kaldırılması Bizim Ortak Talebimiz mi?” sorusunu tartıştık, şunları belirledik:
- Türkiye’de kadına karşı şiddet
konusundaki güncel devlet politikası, ikili bir yapı taşıyor. Bu
politikanın birinci ayağı, kadın erkek eşitliğini kabul etmeyen bir devlet
propagandası ile kadına karşı şiddetin kışkırtılması ve bu şiddetin ilk
tezahürleri olan kadınlara yönelik aşağılama, ayrımcılık, hakaret, tehdit,
şantaj, yaralama, cinsel taciz ve cinsel saldırılar gibi suçların çeşitli
mekanizmalar ile cezasız bırakılmasıdır. Güncel devlet politikasının
ikinci ayağı ise, konu kadına karşı şiddetin uç noktaları olan tecavüz ve
cinayet olduğunda daha da ağır cezaların istenmesi üzerine kuruludur. Oysa
gerek tecavüz ve gerekse de kadın cinayetleri için TCK’daki cezalar
yeterince ağırdır. Sorun, tecavüzcülerin
ve katillerin çoğunun cinsiyetçi ve yasaya aykırı yargı kararlarıyla
aklanması ya da daha düşük cezalarla cezalandırılması olarak karşımıza çıkıyor.
- Yargıda özelikle “tahrik” ve
“iyi hal” gerekçeleriyle yapılan “erkeklik indirimleri” olarak
adlandırılabileceğimiz cinsiyetçi kararlar, bizzat yasanın kendisine
aykırıdır. Örneğin Bianet’in medyaya yansıyan haberler üzerinden yaptığı araştırmaya göre, kadın cinayetlerinde, sanıkların sadece % 45’i
tahrik ve iyi hal indirimlerinden faydalanmıştır. Sanıkların % 55’inin
bu indirimlerden yararlandırılmamış olması, kadın hareketinin başarısıdır
ve var olan yasaların cinsiyetçi olmayan bir biçimde uygulanabileceğinin
de kanıtıdır. Yine Bianet’in araştırmasına göre, kadın cinayeti davalarının %65’inde sanıkların %29’u
“ağırlaştırılmış müebbet”, % 35’i ise “müebbet hapis” cezasına çarptırılmıştır. Ağırlaştırılmış
müebbet ya da müebbet hapis cezaları zaten yeterince ağır cezalardır.
Bunlardan daha ağır cezalar istemek; idam, linç, koğuş infazı, hadım,
kısas gibi bireysel ve toplumsal öç alma mekanizmalarını meşrulaştırıcı
bir taleptir. Tüm bunlar, yaygınlaşan şiddet kültüründen beslenen ve onu
daha da besleyen cezalandırma yöntemleridir. Ağır cezaların hiçbir
biçimde caydırıcı olmadığı dünya ve ülke gerçekleri ile ortadadır. Asıl
olan, cinsiyetçi ve yasaya aykırı uygulamalarının ortadan kaldırılmasıdır.
- Kaldı ki, erkek şiddeti salt
bireysel bir tutum değildir. Arkasında erkek egemen, cinsiyetçi bir sistem
ve bu sistemin kadınları baskı altında tutmaya yönelik sistematik çabası yatmaktadır.
Bugün Türkiye’de bu sistem, dozu giderek artan ve yaygınlaşan dev bir
propaganda mekanizması ile kadınları geleneksel/cinsiyetçi kadınlık ve
annelik rollerini gönüllü olarak kabule zorlamak; buna itiraz eden
kadınları ise, şiddetin tüm biçimleri ile cezalandırmak üzerine
kurgulanmıştır.
·
TCK’da “erkekliğime
hakaret etti, öldürdüm” indirimi yoktur. Bu ve benzeri tüm haksız tahrik
indirimleri, cinsiyetçi “erkeklik” indirimleridir. Aynı şekilde, TCK’da
“kravat” indirimi de yoktur. Bu türden “iyi hal” indirimleri de cinsiyetçi
“erkeklik” indirimleridir. Ceza indirimlerinin bu cinsiyetçi uygulanışına
itiraz ederken; “tüm ceza indirimleri kaldırılsın” demek, o suçu kışkırtan tüm eril
yapıyı ve toplumsal mekanizmaları göz ardı ederek, tüm suçları sadece bireye
fatura etmek ve o bireyi “sosyal idama” mahkum etmek anlamına gelmektedir.
·
Bu nedenle şu anda Türkiye’de
acil sorun, yasa maddelerinin değiştirilmesinden çok, kadınlara karşı işlenen
şiddet suçlarında Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi
Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (İstanbul
Sözleşmesi) gereklerinin
yerine getirilmesidir. Acilen İstanbul Sözleşmesi’nde düzenlendiği üzere “kültür, örf ve adet, gelenek veya sözde
“namus”un gerekçe olarak kabul edilmemesini” sağlamak ve aynı sözleşme
gereği, “mağdurun, kültürel, dinî, toplumsal ya da geleneksel olarak kabul gören
uygun davranış normlarını ve âdetlerini ihlal ettiği iddiaları”nın
gerekçe yapılmasını yasaklamak üzere gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir. Yargıçlara ve savcılara
verilecek tek günlük bir eğitimle ve çıkartılacak tek bir içtihadı birleştirme
kararı ile bu cinsiyetçi yargı yorumlarına son vermek mümkündür.
·
Yaygın medyanın da desteği ile şu anda “Özgecan Aslan Yasası” adı
altında yürütülmekte olan “cezalar artırılsın, indirimler kaldırılsın”
kampanyası; devletin kadına karşı şiddeti körükleyen politikalarının gözden
kaçırılmasına; kamuoyunun dikkati ve baskısını, cezaların yetersizliğine ve
yargının verdiği yanlış kararlara odaklamaya çalışmaktadır. Medyanın da desteği
ile yürütülen ve temel mesajı sadece "cezalar artsın, indirimler
kalksın" olan bu kampanya, sorunu çözmek bir yana daha da içinden çıkılmaz
hale getirecektir. Çözüm, Özgecan Aslan ve onun gibi katledilen yüzlerce
kadının katillerini yaratan ve cezasız bırakan sistemi, bu durumu körükleyen
devlet politikalarını ve devletin kadına karşı şiddeti ortadan kaldırma
yükümlülüğünü görünmez hale getiren kampanyalar ya da yasalarda yapılacak ufak
tefek tadilatlar değil; gerçek bir kadın-erkek eşitliği ve bu eşitliği sağlamak
için yaratılacak etkin kurumsal mekanizmalardadır.
İkinci
tartışma konumuz, hükümetin “Ceza Muhakemesinde İş Yükünün Azaltılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” idi. “Kadına
Karşı Şiddet Konusunda Arabuluculuk / Uzlaştırma, Basit Yargılama Usulü ve
Pazarlık” konusunda, toplantıya katılan tüm
kadın platformları, kadın örgütleri ve bağımsız kadınlar olarak aşağıdaki
konularda ortaklaştık:
·
Bugün Türkiye’de yasal düzeyde en önemli sorun, tecavüz ve cinayete
varmayan şiddet suçlarındaki cezaların paraya çevirme ve erteleme gibi
nedenlerle; denetimli serbestlik üzerinden çıkartılan gizli aflarla cezasız
bırakılmasıdır. Açıktır ki, şiddetle mücadelede asıl etkili olacak yöntem,
cinayetlere uzanan şiddet zincirinin ilk halkalarında kadınlar için
güçlendirici, erkekler için caydırıcı etkide bir ceza politikasıdır. Siyasi
iktidar, bu konuda herhangi bir adım atmayı düşünmediği gibi; tam tersine,
kadın ve çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar da dahil olmak üzere cezası beş yıla
kadar olan suçlarda, basit yargılama, pazarlık ve uzlaşma getiren bir yasa
hazırlığı içindedir. Oysa ki, İstanbul Sözleşmesi 48/1 maddesinde, psikolojik, fiziksel, cinsel ve ekonomik, kadına karşı tüm
şiddet biçimleriyle ilgili olarak “arabuluculuk ve uzlaştırma da
dâhil olmak üzere zorunlu
alternatif çatışma çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gereken yasal veya diğer
tedbirleri” alma görevi yüklemektedir. Ayrıca, İstanbul Sözleşmesi’nin 56/g
hükmü, “mağdur ve failler arasındaki
iletişimin mahkemede ve kollukta, mümkün olduğu ölçüde önlenmesini sağlama”
gerekliliğini düzenlemekte iken, Hükümet taslağı, mağduru 45 gün sürecek bir
pazarlığın içine çekmeye çalışmaktadır. Kadınlarla ilgili davaları “yargıya iş yükü”
olarak gören; kadınlara karşı suçları, suç olmaktan çıkarmaya, kadınları
saldırganları ile barıştırma/uzlaştırmaya çalışan bu taslak derhal geri
çekilmelidir.
Kadına
karşı şiddetle mücadele için, öncelikle ve acilen;
Ø Kadın erkek
eşitliğinin sağlanması; kalıplaşmış cinsiyet rolleri, örf, adet, din, gelenek,
kültür vb. hiçbir mazeret ileri sürülmeksizin kadına karşı şiddetin önlenmesi öncelikli bir devlet politikası olarak
ilan edilmeli ve gerekleri yerine getirilmelidir. Bu çerçevede, Avrupa
Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin tüm gerekleri ilgili kadın ve LGBTİ örgütleriyle
birlikte yaşama geçirilmelidir.
Ø Devlet
mekanizmaları ve toplumsal yaşamın her alanında kadınların eşit temsili sağlanmalıdır.
Ø İstanbul
Sözleşmesi’nin de devletleri yükümlü tuttuğu üzere, şiddetle mücadele için sığınaklar, kadın danışma merkezleri,
cinsel şiddet kriz merkezleri ve alo şiddet hattı ülke çapında ve
kadınların ve LGBTİ bireylerin kolaylıkla ulaşabilecekleri yaygın bir ağ olarak
devlet kurumları ve yerel yönetimlerin işbirliği içinde olacakları bir şekilde kurulmalıdır.
Ø
Derhal, kadın cinayetlerini
önleme ve can güvenliği riski bulunan vakaların bizzat takibi görevi bulunan kadın cinayetleri ile
ilgili bir birim oluşturulmalıdır. 6284 Sayılı Yasa çalışmaları
sırasında, 260’ın üzerinde kadın örgütünün oluşturduğu Şiddete Son
Platformu’nun kadın cinayetleri ile ilgili özel bir birim kurulması önerisi
iktidar tarafından reddedilmiştir. Aradan geçen süre içinde artmaya devam eden
kadın cinayetlerinin, doğrudan doğruya bu konuyla ilgili bir birim
kurulmaksızın önlenemeyeceği artık kabul edilmelidir. Aynen Tanık Koruma Kurulu
gibi, aynı ve ek yetkiler ve olanaklar ile donatılmış Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet ve Jandarma Genel
Müdürlükleri, İçişleri ve Adalet Bakanlıkları temsilcileri, Adli Tıp temsilcisi
ve kadına karşı şiddet alanında çalışan hükümet dışı kadın örgütü
temsilcilerinden oluşan bir özel birim kurulmalıdır.
Bizler kadın ve LGBTİ alanında
çalışan örgütler olarak, yukarıdaki konularda tartışmış ve anlaşmış
bulunuyoruz.
Herhangi bir
örgütün, kadın/erkek milletvekili ve diğerlerinin, bu konularda bizler adına
konuşmasını kabul etmiyoruz. Ana akım ya da alternatif olma iddiasındaki hiçbir
medya mecrasının da kendi sol ya da sağ, ama son tahlilde cinsiyetçi,
muhafazakar, ahlakçı, zihinsel kodlarını bize dayatmasını istemiyoruz. Bu
dayatmaların bizim sözümüzü boğmasına, kendi gündemlerini dayatmasına izin
vermeyeceğiz!
Adana Kadın Da(ya)nışma Merkezi ve Sığınma Evi Derneği (AKDAM)
|
Adıyaman Kadın Yaşam Derneği
|
Ankara Feminist Kolektif
|
Ankara Kadın Platformu
|
Antalya Kadın Danışma Merkezi Ve Dayanışma Derneği
|
Ayvalık Bağımsız Kadın İnisiyatifi
|
Bağımsız Kadın Derneği Mersin
|
Başkent Kadın Platformu Derneği
|
Bodrum Kadın Dayanışma Derneği
|
Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği
|
Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD)
|
Edirne Kadın Merkezi Danışma Derneği
|
Ergani Selis Kadın Derneği
|
Eşit Yaşam Derneği
|
Eşitlik İzleme Kadın Grubu (EŞİTİZ)
|
Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu
|
EVKAD-Adana
|
Femin Art (tüm şubeleri)
|
Filmmor Kadın Kooperatifi
|
Gökkuşağı Kadın Derneği
|
İstanbul LGBTI Dayanışma Derneği
|
İzmir Kadın Dayanışma Derneği
|
Kadıköy Kent Konseyi Kadın Meclisi
|
Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA-DER)
|
Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu
|
Kadın Çalışmaları Derneği
|
Kadın Dayanışma Vakfı
|
Kadın Mühendisler Grubu
|
Kadın Özgürlük Meclisi (KÖM)
|
Kadın Yazarlar Derneği
|
Kadının İnsan Hakları - Yeni Çözümler Derneği
|
Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM)
|
Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV)
|
KAOS GL
|
Kapadokya Kadın Dayanışma Derneği
|
Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği
|
Kırmız Biber Derneği
|
Kırmızı
Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği
|
Lambdaistanbul LGBTİ Dayanışma Derneği
|
Mardin Ortak Kadın İşbirliği Derneği (MOKİD)
|
Mersin 7 Renk Derneği
|
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
|
Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği
|
Muğla Kadın Dayanışma Grubu
|
Muş Kadın Çatısı Derneği
|
Muş Kadın Derneği
|
Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği
|
Siyah Pembe Üçgen İzmir
|
Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim
Çalışmaları Derneği (SPoD LGBT)
|
Şanlıurfa Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği
|
Trabzon Barosu Kadın Hakları Komisyonu
|
Türk Kadınlar Birliği (tüm şubeleri)
|
Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği (22 şubesi)
|
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu
|
Türkiye Yunanistan Kadınları Barış Girişimi (Winpeace)
|
Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği
|
Van Kadın Derneği (VAKAD)
|
Yaşam Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi (YAKA-KOOP)
|
EŞİTLİK İZLEME KADIN GRUBU -EŞİTİZ
BASINA
VE KAMUOYUNA DUYURUMUZDUR!
6
Ocak 2016
Biz
aşağıda imzası olan kadın ve LGBTİ örgütleri, Eşitlik İzleme
Kadın Grubu’nun (EŞİTİZ) 24 Ekim ve 19 Aralık 2015
tarihlerinde, İstanbul’da, düzenlediği iki ayrı toplantıda bir
araya gelerek veya süreci takip edip toplantı sonuçlarını
aramızda tartışarak, Türkiye’de yaşanan sorunların yasalardan
değil, yasaların uygulanmaması ya da cinsiyetçi biçimde
uygulanmasından kaynaklandığı saptamasında ve aşağıdaki
konularda fikirlerimizi ortaklaştırdık.
İlk
olarak “Kadın
Cinayetlerinde Cezaların Ağırlaştırılması, Haksız Tahrik ve
İyi hal İndirimlerinin Kaldırılması Bizim Ortak Talebimiz
mi?” sorusunu
tartıştık, şunları belirledik:
- Türkiye’de kadına karşı şiddet konusundaki güncel devlet politikası, ikili bir yapı taşıyor. Bu politikanın birinci ayağı, kadın erkek eşitliğini kabul etmeyen bir devlet propagandası ile kadına karşı şiddetin kışkırtılması ve bu şiddetin ilk tezahürleri olan kadınlara yönelik aşağılama, ayrımcılık, hakaret, tehdit, şantaj, yaralama, cinsel taciz ve cinsel saldırılar gibi suçların çeşitli mekanizmalar ile cezasız bırakılmasıdır. Güncel devlet politikasının ikinci ayağı ise, konu kadına karşı şiddetin uç noktaları olan tecavüz ve cinayet olduğunda daha da ağır cezaların istenmesi üzerine kuruludur. Oysa gerek tecavüz ve gerekse de kadın cinayetleri için TCK’daki cezalar yeterince ağırdır. Sorun, tecavüzcülerin ve katillerin çoğunun cinsiyetçi ve yasaya aykırı yargı kararlarıyla aklanması ya da daha düşük cezalarla cezalandırılması olarak karşımıza çıkıyor.
- Yargıda özelikle “tahrik” ve “iyi hal” gerekçeleriyle yapılan “erkeklik indirimleri” olarak adlandırılabileceğimiz cinsiyetçi kararlar, bizzat yasanın kendisine aykırıdır. Örneğin Bianet’in medyaya yansıyan haberler üzerinden yaptığı araştırmaya göre, kadın cinayetlerinde, sanıkların sadece % 45’i tahrik ve iyi hal indirimlerinden faydalanmıştır. Sanıkların % 55’inin bu indirimlerden yararlandırılmamış olması, kadın hareketinin başarısıdır ve var olan yasaların cinsiyetçi olmayan bir biçimde uygulanabileceğinin de kanıtıdır. Yine Bianet’in araştırmasına göre, kadın cinayeti davalarının %65’inde sanıkların %29’u “ağırlaştırılmış müebbet”, % 35’i ise “müebbet hapis” cezasına çarptırılmıştır. Ağırlaştırılmış müebbet ya da müebbet hapis cezaları zaten yeterince ağır cezalardır. Bunlardan daha ağır cezalar istemek; idam, linç, koğuş infazı, hadım, kısas gibi bireysel ve toplumsal öç alma mekanizmalarını meşrulaştırıcı bir taleptir. Tüm bunlar, yaygınlaşan şiddet kültüründen beslenen ve onu daha da besleyen cezalandırma yöntemleridir. Ağır cezaların hiçbir biçimde caydırıcı olmadığı dünya ve ülke gerçekleri ile ortadadır. Asıl olan, cinsiyetçi ve yasaya aykırı uygulamalarının ortadan kaldırılmasıdır.
- Kaldı ki, erkek şiddeti salt bireysel bir tutum değildir. Arkasında erkek egemen, cinsiyetçi bir sistem ve bu sistemin kadınları baskı altında tutmaya yönelik sistematik çabası yatmaktadır. Bugün Türkiye’de bu sistem, dozu giderek artan ve yaygınlaşan dev bir propaganda mekanizması ile kadınları geleneksel/cinsiyetçi kadınlık ve annelik rollerini gönüllü olarak kabule zorlamak; buna itiraz eden kadınları ise, şiddetin tüm biçimleri ile cezalandırmak üzerine kurgulanmıştır.
- TCK’da “erkekliğime hakaret etti, öldürdüm” indirimi yoktur. Bu ve benzeri tüm haksız tahrik indirimleri, cinsiyetçi “erkeklik” indirimleridir. Aynı şekilde, TCK’da “kravat” indirimi de yoktur. Bu türden “iyi hal” indirimleri de cinsiyetçi “erkeklik” indirimleridir. Ceza indirimlerinin bu cinsiyetçi uygulanışına itiraz ederken; “tüm ceza indirimleri kaldırılsın” demek, o suçu kışkırtan tüm eril yapıyı ve toplumsal mekanizmaları göz ardı ederek, tüm suçları sadece bireye fatura etmek ve o bireyi “sosyal idama” mahkum etmek anlamına gelmektedir.
- Bu nedenle şu anda Türkiye’de acil sorun, yasa maddelerinin değiştirilmesinden çok, kadınlara karşı işlenen şiddet suçlarında Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (İstanbul Sözleşmesi) gereklerinin yerine getirilmesidir. Acilen İstanbul Sözleşmesi’nde düzenlendiği üzere “kültür, örf ve adet, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak kabul edilmemesini” sağlamak ve aynı sözleşme gereği, “mağdurun, kültürel, dinî, toplumsal ya da geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını ve âdetlerini ihlal ettiği iddiaları”nın gerekçe yapılmasını yasaklamak üzere gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir. Yargıçlara ve savcılara verilecek tek günlük bir eğitimle ve çıkartılacak tek bir içtihadı birleştirme kararı ile bu cinsiyetçi yargı yorumlarına son vermek mümkündür.
- Yaygın medyanın da desteği ile şu anda “Özgecan Aslan Yasası” adı altında yürütülmekte olan “cezalar artırılsın, indirimler kaldırılsın” kampanyası; devletin kadına karşı şiddeti körükleyen politikalarının gözden kaçırılmasına; kamuoyunun dikkati ve baskısını, cezaların yetersizliğine ve yargının verdiği yanlış kararlara odaklamaya çalışmaktadır. Medyanın da desteği ile yürütülen ve temel mesajı sadece "cezalar artsın, indirimler kalksın" olan bu kampanya, sorunu çözmek bir yana daha da içinden çıkılmaz hale getirecektir. Çözüm, Özgecan Aslan ve onun gibi katledilen yüzlerce kadının katillerini yaratan ve cezasız bırakan sistemi, bu durumu körükleyen devlet politikalarını ve devletin kadına karşı şiddeti ortadan kaldırma yükümlülüğünü görünmez hale getiren kampanyalar ya da yasalarda yapılacak ufak tefek tadilatlar değil; gerçek bir kadın-erkek eşitliği ve bu eşitliği sağlamak için yaratılacak etkin kurumsal mekanizmalardadır.
İkinci
tartışma konumuz, hükümetin “Ceza Muhakemesinde İş Yükünün
Azaltılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı” idi. “Kadına
Karşı Şiddet Konusunda Arabuluculuk / Uzlaştırma, Basit
Yargılama Usulü ve Pazarlık”
konusunda,
toplantıya katılan tüm kadın platformları, kadın örgütleri ve
bağımsız kadınlar olarak aşağıdaki konularda ortaklaştık:
- Bugün Türkiye’de yasal düzeyde en önemli sorun, tecavüz ve cinayete varmayan şiddet suçlarındaki cezaların paraya çevirme ve erteleme gibi nedenlerle; denetimli serbestlik üzerinden çıkartılan gizli aflarla cezasız bırakılmasıdır. Açıktır ki, şiddetle mücadelede asıl etkili olacak yöntem, cinayetlere uzanan şiddet zincirinin ilk halkalarında kadınlar için güçlendirici, erkekler için caydırıcı etkide bir ceza politikasıdır. Siyasi iktidar, bu konuda herhangi bir adım atmayı düşünmediği gibi; tam tersine, kadın ve çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar da dahil olmak üzere cezası beş yıla kadar olan suçlarda, basit yargılama, pazarlık ve uzlaşma getiren bir yasa hazırlığı içindedir. Oysa ki, İstanbul Sözleşmesi 48/1 maddesinde, psikolojik, fiziksel, cinsel ve ekonomik, kadına karşı tüm şiddet biçimleriyle ilgili olarak “arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere zorunlu alternatif çatışma çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri” alma görevi yüklemektedir. Ayrıca, İstanbul Sözleşmesi’nin 56/g hükmü, “mağdur ve failler arasındaki iletişimin mahkemede ve kollukta, mümkün olduğu ölçüde önlenmesini sağlama” gerekliliğini düzenlemekte iken, Hükümet taslağı, mağduru 45 gün sürecek bir pazarlığın içine çekmeye çalışmaktadır. Kadınlarla ilgili davaları “yargıya iş yükü” olarak gören; kadınlara karşı suçları, suç olmaktan çıkarmaya, kadınları saldırganları ile barıştırma/uzlaştırmaya çalışan bu taslak derhal geri çekilmelidir.
Kadına
karşı şiddetle mücadele için, öncelikle ve acilen;
- Kadın erkek eşitliğinin sağlanması; kalıplaşmış cinsiyet rolleri, örf, adet, din, gelenek, kültür vb. hiçbir mazeret ileri sürülmeksizin kadına karşı şiddetin önlenmesi öncelikli bir devlet politikası olarak ilan edilmeli ve gerekleri yerine getirilmelidir. Bu çerçevede, Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin tüm gerekleri ilgili kadın ve LGBTİ örgütleriyle birlikte yaşama geçirilmelidir.
- Devlet mekanizmaları ve toplumsal yaşamın her alanında kadınların eşit temsili sağlanmalıdır.
- İstanbul Sözleşmesi’nin de devletleri yükümlü tuttuğu üzere, şiddetle mücadele için sığınaklar, kadın danışma merkezleri, cinsel şiddet kriz merkezleri ve alo şiddet hattı ülke çapında ve kadınların kolaylıkla ulaşabilecekleri yaygın bir ağ olarak devlet kurumları ve yerel yönetimlerin işbirliği içinde olacakları bir şekilde kurulmalıdır.
- Derhal, kadın cinayetlerini önleme ve can güvenliği riski bulunan vakaların bizzat takibi görevi bulunan kadın cinayetleri ile ilgili bir birim oluşturulmalıdır. 6284 Sayılı Yasa çalışmaları sırasında, 260’ın üzerinde kadın örgütünün oluşturduğu Şiddete Son Platformu’nun kadın cinayetleri ile ilgili özel bir birim kurulması önerisi iktidar tarafından reddedilmiştir. Aradan geçen süre içinde artmaya devam eden kadın cinayetlerinin, doğrudan doğruya bu konuyla ilgili bir birim kurulmaksızın önlenemeyeceği artık kabul edilmelidir. Aynen Tanık Koruma Kurulu gibi, aynı ve ek yetkiler ve olanaklar ile donatılmış Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet ve Jandarma Genel Müdürlükleri, İçişleri ve Adalet Bakanlıkları temsilcileri, Adli Tıp temsilcisi ve kadına karşı şiddet alanında çalışan hükümet dışı kadın örgütü temsilcilerinden oluşan bir özel birim kurulmalıdır.
Bizler
kadın ve LGBTİ alanında çalışan örgütler olarak, yukarıdaki
konularda tartışmış ve anlaşmış bulunuyoruz.
Herhangi
bir örgütün, kadın/erkek milletvekili ve diğerlerinin, bu
konularda bizler adına konuşmasını kabul etmiyoruz. Ana akım ya
da alternatif olma iddiasındaki hiçbir medya mecrasının da kendi
sol ya da sağ, ama son tahlilde cinsiyetçi, muhafazakar, ahlakçı
zihinsel kodlarını bize dayatmasını istemiyoruz. Bu dayatmaların
bizim sözümüzü boğmasına, kendi gündemlerini,
muhafazakarlıklarını ve ahlakçılıklarını dayatmasına izin
vermeyeceğiz!
Adana Kadın Da(ya)nışma Merkezi ve Sığınma Evi Derneği (AKDAM) |
Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği |
Eşitlik
İzleme Kadın Grubu (EŞİTİZ)
Kadın
Adayları Destekleme Derneği (KA-DER) |
Kadın
Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu
Kadın
Dayanışma Vakfı |
Kadının
İnsan Hakları - Yeni Çözümler Derneği
Kadınlarla
Dayanışma Vakfı (KADAV) |
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı |
Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği |
Türkiye
Kadın Dernekleri Federasyonu
Uçan
Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği |
İzmir Kadın Dayanışma Derneği
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)